Sınırlarda Yaşayanların Kenti

Yolunuz düşerse diye başlayacağım ama yolunuzun geçmesi en zor
şehirlerden biridir Artvin, ilk tanışıklığım oradan gelmiş olan arkadaşlarım
sayesindedir. Adını haritada gördüğümüz, Türkiye’nin kuzey doğusunda olan ve
sınırlarımızın bittiği yerlerden birisidir. Karadenizi görmeye gidenlerin
konaklama dışında turların bile es geçtiği yerlerdendir. Kendi içinde yaşar
dünyayı, insanı ise çok ayrıdır. Kendi içerisinde bir uçarılığı, bir haykırışı
barındırır. İnsanlarının yaklaşımları, ülkelerine bağlılıkları ve katıksız
Mustafa Kemal sevgileri görülmeye değerdir. Artvin’e gittiğinizde,
soluklandığınız her anda sizi bir zorluk karşılar, düz alanı yok denecek kadar
azdır. Doğası da insanı da bir serttir. Bu sertlik doğasının verdiği kadardır,
içlerine girdiğinizde sizinle paylaşırlar hayatı, onlardan biri oluverirsiniz. Köşedeki
büfesinden birasını alır yanında çerez niyetin çubuk kraker verir size, markete
gidersiniz, aldıklarınızın yanına kendisi de ekler bunlarla birlikte yenir
diye, hangi noktada olursanız olun çay ile başlar sipariş vermesi de hesap
istemesi de veya herhangi bir yerin içerisine girin, bir aile büyüğü, baba
figürü olarak Atatürk her yerde karşınıza çıkar. Ahde vefanın hayat bulmuş
halidir.
Yolları, klasik karadeniz yolları, zorlu, dağlık ve
dolambaçlıdır. Tüm yollar Artvin için
kafkasör yaylasına çıkar. İnsanların doğa ile iç içe birlikte koyun koyuna
yattığı yaylaya, orası Artvin için toplu bir bahçe, nefes alma alanı, eğlence
merkezi, yaşam kaynağı olarak durur. Doğa korumak ne demek oraya çıkınca anlıyorsunuz.
Televizyonlarda Cerrattepe için yaşlı, genç demeden insanların direnişlerine
şahit olmuştum. Gidince ve içinde oranın insanıyla birlikte birkaç gün
geçirince anlıyorsun. Yaşam damarı, çocuğu, arkadaşı, sırdaşı, yaşam pınarı, dertlendiğinde de çıkıp nara attığı, ateş başında umut türküleri söylediği, sabaha kadar, kah
sevdiğine, kah kahır olduğuna, kah ülke meselesine dem vurduğunda sığındığı
doğa anası, yaşlıların gençlik hatıraları, çocukların gelecek hayalleri olarak
sahip çıkılmasını anlıyorsun. Liberal, kapitalist sisteme kurban etmemek için,
biber gazı, copu da toması da oranın insanına fark etmedi, kendi dünyasının
aykırı çocukları, karadenizin hırçın suları gibi savunmaları gözümün önüne
geldi, kafkasör de gezer ve öğrenirken.
Şehir içerisine geri döndüğümüzde her yerden bizi karşılayan
Türkiye'nin en büyük Atatürk heykeli Atatepe’den şehri izlemek, şehirden her
yerde Mustafa Kemal’in gölgesini hissetmek gerçekten tadılması gereken bir his.
Bir Cumhuriyet şehrinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Buram buram cumhuriyet
kokması ne demek orada anlıyorsunuz. Çoruh nehrinin kıyısında yukarı kafkasöre
doğru çıkar iken tüm geçişlerde sizi karşılayan heykelin heybetini ise yanına
gittiğinizde anlıyorsunuz. Şehrin Cumhuriyet ve Gaziye olan bağlılığı ve ahde
vefasını düşündükçe, hiçbir veriye dayanmaksızın aklıma gelen buranın yıllarca
bir sürgün yeri olarak kullanılması sonucu, bir eğitim değişimi olarak yorumlanabilir.
Sadece çıkarım olarak düşünüyorum. Ülkede ilerici, yurtsever, cumhuriyetçi
birçok aydın ve öğretmenlerin yıllarca ödül olarak sürgün edilmesi, böyle bir
şehirde direniş, cumhuriyet ve Mustafa Kemal sevgisi olarak yeniden filizlenmiş
olarak gözlemledim. Dediğim gibi sadece bir çıkarım, mutlaka ki kurtuluş
savaşı, işgal zamanları, sınırda bulunmanın getirdiği, durumlarda sonraki
kurtuluş ve onun kurucu değerlerine saygı ve sevgiyi üst düzeye çıkartmıştır. Ama
sadece bu derece cumhuriyetçi şehir olarak devam etmesine yetmeyecektir diye
düşünüyorum.
Doğal güzellikleri saymak ile bitmeyecek kadar çok olan şehirde,
birçok alan, orman havası, yeşilin her tonu ile tüm güzelliği ile karşınızda
duruyor, Şavşat Karagöl çok bilinmese de diğer Karagöle oranla ayrı bir havası
var, beni etkileyen kısmı Şavşat’a giderken yol boyu karşılaştığım mezra, köy
ve mahalleler, sanki sürekli filmlerde gördüğümüz, İsviçre, Hollanda, İsveç
gibi yeşilin, tarımın, hayvancılığın küçük kesitleri gibi muhteşem görüntüler
oluşturuyor. Yol boyunca gözünüzü alamadığınız, güzellikler bir arada sizi
selamlıyorlar. Borçka Karagöl ise nispeten daha bilinen Karagöl, uzun engebeli
ve dar dağ yollarından sonra ulaşılan, içerisinde ufak şelalesi, bulunan suyunu
dağın zirvelerinden inen ve yeşilin her mevsimini, tonunu gözler önüne seren
bir vaha gibi duruyor. Her ikisine de gitmek bir gün içerisinde çok mümkün
değil fakat biraz erken hareket ederseniz, yetişebilirsiniz.
Artvin’in bir diğer sizi etkileyen güzelliği, aslında size
süprizlere de neden olabilecek, hava durumu, yağmur, sonrasında sis, sonrasında
güneşli hava bir günde tüm mevsimleri neredeyse yaşatabiliyor. Ama sabahını ve
gün doğumunu yaşayın. Bulunduğumuz noktadan hatila vadisinden karşı dağlara
baktığınızda benim için bir karadeniz klasiği olan bulutlarına dağın altında
kalması, şehrin sessizliği ve doğanın yeniden uyanışına şahit oluyorsunuz,
yaprakların üzerine düşen çiğin oluşturduğu tazelenme, nemlenmiş toprağın
insanı kendinden alan kokusu, hafif şekilde yağmurun dinlendirici sesi ile tüm
ihtişamı ile dağları ve ormanları izlemek gibisi yok. Böyle yerde insanların
yaşlanmadığı düşünmek haksızlık sayılmaz, şehirlerin tüm kirlenmiş ilişkileri
ve yozlaşmanın olmadığı bir zamanda yaşamak onlar adına, tam da bilmedikleri
büyük bir kıymet. Şehir uyandıktan sonra son durak olarak Hatila Vadisine
uğramak ise nefe kesici bir deneyim, cam teras üzerinde vadiye yukarıdan
bakmak, cesaret gerektirir, aşağıda görünen sarp kayalıklar ve yerden
yüksekliği ile çoğu kişi çıkmadan etkiliyor. Üzerinde çok fazla zaman geçirme
noktasında, yükseklik korkunuzun olup olmadığını test etme fırsatı sunuyor.
Bir şehri insanları ile kıyaslıyorsun, ülkenin en uç
noktalarında ama tüm ülkenin milimetrekaresinden ödün vermeyen, kurucu
değerlere bağlı, Cumhuriyet, Mustafa Kemal Atatürk’e bağlı, modern, demokrasi
ve sivil direnişleri ile kentini ve yeşilini koruyan insanlar, toprağına aşık,
onunla ve o arazinin şartlarıyla uyumlu hale gelmiş, toprağının ve coğrafi
yapısının karakterini almış, sert, açık sözlü, savunduğunu, istekleri ve
taleplerini eğip, bükmeden söyleyebilen, dertlere ortalık etme noktasında ayırt
etmeksizin yanında olan, sevinmeyi de üzülmeyi de birlikte yaşayan, tüm
duygularında Çoruh nehrinin ihtişamı ile gürül gürül akan, aykırı olarak
yaşamayı seven, toplum içerisinde ayrık otları gibi yaşayan ve bize aslında
doğanın içinde onunla uyumlu yaşandığında daha da insan olduğunu gösteren
insanlarla tanıştırdı. O doğanın genleri ile geziyorlar, bir anda parlayıp,
sonrası sakinleşmeleri, tüm her şeyde coşkulu ve tutkulu şekilde davranmaları,
sert yapıları kendi toprağının genlerini taşımaları ve tanıdıklarım kadarıyla
tabii ki, şehri kendilerine, kendileri şehirlerine benzeyen insanlar olarak
zihnimde kalmalarını sağladı.
By Prometheus
By Prometheus
Yorumlar
Yorum Gönder